Uluslararası anlaşmalarda nadiren toprağa değinilir. Ve bu iyi niyetli bir ihmal değildir. Toprak Atlasından bir makale;
Günümüzde toprağın kullanımı konusunda üç temel eğilim var. İlki, pek çok küresel ekolojik sınırı aynı anda ve sürekli artan bir hızla aşmamız. Bunun kısmen geri döndürülemez sonuçları olan biyolojik çeşitlilik kaybı ve iklim değişikliği ise insanlar için hesaplanamayacak kadar vahim. İkincisi ise ekonomik büyümeye rağmen milyarlarca insanın toprak kaynaklarından adil bir pay alma hakkından mahrum bırakılması. Sonuncusu ise bütün bunları biliyor olmamıza rağmen bu durumu düzeltecek politikalardan yoksun olmamız.
Diğer bütün çevre sorunlarının olduğu gibi bunun da pek çok sebebi var. Ama iklimi ya da biyolojik çeşitliliği korumanın aksine toprağın korunması uluslararası anlaşmaların ana konusu haline gelmiş değil. Dünya kendine şöyle hedefler koydu: 2020’ye kadar biyolojik çeşitlilik kaybını durdurmak, küresel ısınmayı 2°C ile sınırlı tutmak ve herkesin yeterli miktarda gıdaya erişimini sağlamak. Lakin toprağı korumadan bu hedeflere ulaşmanın yolu yok.
Toprağın korunması ve daha sürdürülebilir bir şekilde kullanılması için uygun politikaları üretmeden bu hedeflere ulaşmamız mümkün değil. Fakat 200’den fazla uluslararası anlaşma, protokol ve sözleşmenin tamamı toprağın korunması meselesini ihmal ediyor ve konuyla ilgili kesin hedefler tanımlamakta yetersiz kalıyor.
Bunun yerine toprağın korunması iklim hedeflerine ulaşmanın bir aracı olarak görülüyor. Şu ana kadar toprağa ilgi sadece depolayabildiği karbon miktarıyla sınırlı. 2013 yılında Birleşmiş Milletler Çevre Programı, toprak sürülmeden yapılan tarımı sera gazı emisyonlarını sınırlamanın bir yolu olarak sundu. Fakat bu tekniğin riskleri, yani artan pestisit kullanımının biyoçeşitliliğe olumsuz etkisi ve su kaynaklarını kirletmesi göz ardı edildi.
Özel olarak toprağa değinen tek uluslararası anlaşma BM Çölleşmeyle Mücadele Anlaşması (UNCCD). Fakat bu anlaşma da sadece kurak bölgelerle sınırlı. Anlaşmanın yağışlı bölgeleri de kapsayacak şekilde genişletilmesi önerisi, birçok hükümetin bu öneriye direnç göstermesi yüzünden sonuçsuz kaldı. Zaten böyle bir genişletme ya da toprağın korunması üzerine ayrı bir BM anlaşmasının etkili olabilmesi ancak anlaşmanın kararlılıkla desteklenmesi, net bir siyasi irade, bağımsız izleme ve denetleme mekanizmaları varsa mümkün olabilir. On yıllardır süren iklim müzakereleri bize çok taraflı tartışmaları yürütmenin zorluğunu gösterdi.
2012 Rio Dünya Zirvesi’nden önce düzenlenen bir konferansta UNCCD, 2030 yılına kadar dünya çapında net toprak bozunmasının durdurulması hedefini koydu. “Net” teriminden kasıt dünyanın bir yerinde yaşanan bozunmanın dünyanın başka bir yerinde toprağın iyileştirilmesiyle dengelenmesiydi. Bu hedef Rio Dünya Zirvesi’nin sonuç bildirgesine girdi. Hatta 2000 yılında belirlenen ve 2015 yılında sona erecek olan Milenyum Kalkınma Hedefleri’nin yerini alacak olan kalkınma gündeminde de yer alacak. Fakat Zirve’den çıkan bildirgedeki diğer taleplerle karşılaştırıldığında toprak erozyonunun durdurulması hedefinin çok zayıf bir şekilde ifade edildiği açık.
Toprak haklarına dair imzalanan uluslararası anlaşmalar biraz da umut vaat edici. 2012 yılında BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) üye ülkeleri, toprak hakları sorununu sorumluluk alarak düzenlemek için gönüllü talimatı üzerine anlaştılar. Bu, yabancı yatırımcıların büyük çaplı toprak alımları ile birlikte toprakları istimlak edilen ve zorunlu göçe maruz bırakılan insanlarının kayıplarının yeterli ölçüde tazmin edilmemesine karşı bir yanıt niteliğindeydi. Doküman uluslararası siyaset bağlamında kayda değer bulundu:
• Bu anlaşma, kırsal alanda sorumlu iktidar pratiklerini insan hakları temelinde hedef alan ilk uluslararası anlaşmadır. Gönüllülük ilkesine dayansa da sağlam temellerle uluslararası hukuka yaslandığı için belli bir ağırlığa sahiptir.
• Sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ilk günden itibaren müzakerelere dahil edildi ve böylece toprağı çeşitli şekillerde kullanan pek çok farklı grup müzakerelerde temsil edilmiş oldu.
Bu bildirgenin resmi başlığı “Toprak, Balıkçılık Alanları ve Orman Kullanım Haklarının Ulusal Gıda Güvenliği Bağlamında Sorumlu Yönetimine dair Gönüllü Talimatı.” Bu upuzun isim dünya çapındaki aktivistlere göre toprak haklarının korunması yolunda önemli bir katkı. O yüzden yerelde bunun uygulamaya geçmesi için kampanyalar yürütülüyor. Bu talimata göre toprağın korunması sadece toprağın sürdürülebilir kullanımına referans verilerek tanımlanıyor, hâlbuki toprağa erişimin güvence altına alınmasının toprak kalitesinin korunmasıyla birlikte ilerlemesi gerekiyor.
Geçmişte toprağın korunması ve diğer çevre politikaları arasında bağ zayıftı. Demek ki toprağın ekosistemdeki ve toplumdaki hayati işlevleri azımsanıyordu. Ve şimdiye kadar toprak ve tarım arazileri çok az korumaya tabi oldu. Öte yandan toprağın tarım, gıda, enerji, iklim, biyoçeşitlilik ve gıda hakkı gibi diğer alanlarla bağlantısı sayılamayacak kadar çok. Politikalar belirlenirken toprak ve tarım arazileri, pek çok meselenin kesişim kümesinde olmalı, ancak o zaman hak ettikleri korunmayı elde edebilirler.
------------------------------
Kaynak bilgisi:
s.48: Lots of Words, Little Action. Rights and Resources Initiative Yıllık Raporu 2013-2014, s.11, http://bit.ly/1fOZgSS. s.49: Wikipedia.